
Al Pacino’nun başrolünde oynadığı Oscar ödüllü film Kadın Kokusu (Scent of a Woman), sinema tarihinin en unutulmaz filmlerinden biridir. Emekli yarbay Frank Slade’in hikayesi, yalnızca bir adamın düştüğü karanlıktan çıkışını değil, insanın kendine yeniden inanma mücadelesini de anlatır.
Frank kör olmuş, hayattan umudunu kesmiş, yaşamın anlamını kaybetmiş eski bir askerdir. Kendine acıyan, değersiz hisseden, hırçın, tüm sevdiklerini üzen bir karakterdir. Aslında öfkesi çevresine değil kendinedir. Bir gün harçlığını çıkarmak için tüm hafta sonu ona refakat edecek hayata yeni adım atmış genç bir kolej öğrencisi olan Charlie ile yolları kesişir. Birlikte New York’ta maceralı bir yolculuğa çıkarlar.
Filmin o efsanevi sahnesinde gözleri görmeyen yarbay Frank restaurantta genç ve güzel bir kadını dansa davet eder. Kadın tereddütle “Ama ben dans etmeyi bilmiyorum” der. Frank gülümser ve şöyle der: “Tek yapman gereken ayakların dolaşsa da dansa devam et.” Bu sahne, sinemada bir an olmaktan öteye geçer; hayatın kendisini anlatır. Çünkü hepimiz, bir şekilde filmdeki tereddüt eden o genç kadınız. Hayat bizi piste çağırdığında, çoğu zaman hazır hissetmeyiz. Korkarız, yanlış yapmaktan çekiniriz, düşmekten endişe ederiz. Ama gerçek cesaret, hata yapmamak değil, hata yapmaya rağmen devam edebilmektir.
Frank Slade, bir an gelir intihara karar verir. Üniformasını giyer, silahını kendine doğrultur. Artık hiçbir umudu kalmadığını düşünür. Tam tetiği çekmek üzereyken Charlie durumu farkederek onu intihardan vazgeçirmeye çalışır. Yarbay Frank yardımcısına “neden” diye sorar. Charlie, filmin başında Frank’in ona söylediği kendi cümlesini hatırlatır: “Gözlerin görmüyorsa ne olmuş yani, herkes gibi yaşa. Ayakların dolaşsa da dansa devam et.” Bu söz bir insanı intihardan vazgeçirecek kadar güçlüdür. Çünkü içinde, hayatın özüne dair sade bir gerçek vardır: devam et.
Hayatın müziği her zaman kulağa hoş gelmez. Bazen tempo bozulur, ritim kaybolur, notalar birbirine girer. Bir gün her şey tıkırında giderken, ertesi gün tüm düzen yerle bir olur. Kimi zaman haftalarca kazandığın birikim, birkaç günde erir. Kimi zaman planların suya düşer, özgüvenin sarsılır. Ama işte tam o an, “dansa devam et” demen gerekir kendine. Çünkü her zaman mükemmel ritim yoktur. Kaybettiğinde sahneyi terk edersen, yeniden kazanma şansını da kaybedersin.
Kaybettiğinde ilk refleks genellikle bırakmak yada vazgeçmek olur. “Bir süre kenara çekileyim, bu iş bana göre değilmiş” diyebilirsin. Ama aslında bu, dansı yarıda bırakmaktır. Bir dansçı, sahnede tökezlediğinde oracıkta kalmaz; müziğe yeniden uyar, ritmini bulur, devam eder.
Yarbay Slade kördür ama dans eder. Çünkü o anda görmeye değil, hissetmeye izin verir kendine. Ne yaparsan yap bazen görmek yetmez, hissetmen gerekir. Böyle zamanlarda göremediklerini yani psikolojini ve duygularını da anlaman gerekir. Kaybettiğinde duyguların seni ele geçirir ama yeniden ayağa kalktığında, işte o zaman gerçek tecrübe başlar. Bu yüzden vazgeçmeyenler kaybettiklerinde bile “bu iş bitti” demezler. Onlar bilir ki bu uzun bir yoldur ve müzik bitmediği sürece her şey mümkündür. Ritmini yeniden bulmak, cesaretini tazelemek ve bir kez daha adım atmak… İşte uzun vadede fark yaratan budur.
Ayakların dolaşabilir, stratejin bozulabilir, moralin sıfırlanabilir. Ama vazgeçtiğin anda, o dans sonsuza dek yarım kalır. O yüzden ister piyasada, ister hayatta ol düşsen bile adım atmaya devam et. Hiçbir müzik sonsuza kadar kötü çalmaz. Her düşüş, bir toparlanmanın habercisidir. Sen sahneden inmediğin sürece, müzik hep sana çalacaktır.
Frank Slade’in hikayesi, aslında hepimizin hikayesi. Kaybettiğinde, umudunu yitirdiğinde, yönünü şaşırdığında… seni yeniden hayata bağlayan bir ritim mutlaka var. O ritmi duymak için bazen sessizleşmen, bazen yeniden denemen gerekir. Ama en önemlisi, vazgeçmemektir.
Müziği sen seçemeyebilirsin, ama adımlar senin elinde. Yanlış yapsan da, kararsız kalsan da, tökezlesen de fark etmez. Önemli olan tek şey dansa devam edebilmek.
Taa ki müzik durana, hayal ettiklerine kavuşana kadar.